Eğitim Sokağı
Hoşgeldiniz
Ziyaretçi. Kayıt Ol !

Sitemize Dosya Yükleyerek

Destek
Olabilirsiniz


Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF
Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5



[-]
Etiketler
sosyal , bilimler , felsefesi , 5 , hafta , pdf

Konu: 26
Mesaj: 27
Cinsiyet:
Kıdem: 20-01-2015

5. YORUMBİLGİSİ I: ROMANTİK YORUMBİLGİSİ
5.1. Romantizm ve Tarih
Friedrich Schlegel’e göre, mekân ve zaman elbette insan bilincindeki bir fenomen ya da temeli öznede olan bir şey olarak yorumlanamaz. Fakat her ikisi de insanın hafıza, sezgi ve önsezisiyle bağlantılıdır ve imgelemde somut biçim kazanırlar. Novalis’e göre, zaman her türlü temsili mümkün kılan şeydir. Novalis şöyle der: “Zaman her türlü sentezin koşuludur.”1 Romantiklere göre, zamanın gizemi ne felsefe ne de bilim tarafından çözülemez. Bu nedenle de onların zamanla ilişkisi, doğrudan zamanın kendisine yönelik bir ilgi değil, zamanın özne ya da genel olarak insanlıkla ilişkisine yönelik bir ilgidir. Onlar daha çok, insanların zamanı nasıl algıladığı ve bu algılamanın onların tarih içindeki duruşlarını nasıl etkilediğiyle ilgilenirler. Schiller, zamanın özne ile ilişkisini şu şekilde belirler:
“Mekân için bir yer tayin etmeden önce, bizim için mekân yoktur; fakat mutlak bir mekân olmadan da biz asla bir yer tayin edemeyiz. Zaman için de öyledir. Biz bir ana malik olmadan, bizim için zaman yoktur; fakat sonsuz bir zaman kavramına sahip olmadan da asla anın tasavvurunu elde edemeyiz.”2
Romantiklerin tarih anlayışı kendi içinde ciddi gerilimler taşır. Bunun bir boyutu, romantiklerin Fransız devrimi ile olan ilişkisidir. Daha önce de vurgulandığı gibi, romantikler Fransız devrimine öncelikle hayranlık duymuşlardır. Bu devrim, aynı zamanda, romantiklerin tarih anlayışını da bir ölçüde belirlemiştir. Fransız devrimi, romantikler için insanın tarih sahnesine bir özne olarak çıkışının zirvesidir. Tarihin romantik yorumu, tarihin insanın alnına yazılmış bir kader olmadığıdır. İnsan tarihin öznesidir. Tarih insan tarafından yapılır. Romantiklerin Fransız devrimine olan hayranlığının nedeni de zaten onun, tarihin insan tarafından yapılabilir bir şey olduğunu göstermesidir. Fransız devriminin romantiklere öğrettiği tek şey, tarihin insan tarafından değiştirilebilirliği değildir. Fransız devrimi, aynı zamanda bu değişimin radikal bir biçimde, bir altüst oluş şeklinde olabileceğini göstermiştir. Aslında modern sosyal bilimlerin, Fransız devrimi sonrasında ortaya çıkmaları bir tesadüf değildir. Çünkü bu devrim, tarihin, toplumun insan tarafından önceden kurgulanabileceği
konusunda bir güven oluşturmuştur. Bu anlamda, romantiklerin tarihle insan arasındaki ilişkiyi bu şekilde kurmaları neredeyse bir tür toplumsal mühendisliğe bile kapı açabilir. Ancak hemen bu noktada vurgulanması gereken, romantiklerin özne kavrayışının bu tür bir tarih anlayışına izin vermemesidir.
Romantizmin öznesi bütünsel bir özne değildir. Bu nedenle de romantiklerin tarih anlayışının belki daha önce vurgulanan boyut ile çelişen bir başka boyutunu da ortaya koymak gerekir. Friedrich Schlegel, Novalis, Hölderlin gibi romantikler, zamana öznenin gözüyle bakarlar. Onlara göre, öznel zaman, mutlak zamanın temsilidir. Mutlak zaman, bir anlatı olarak insanileşir ya da mutlak zaman insanileştiği noktada sadece bir anlatıdır. Bu, zamanın öznelleştirilmesi olduğu kadar, kendilik bilincinin zamanın içine sokulması ve bir anlamda fânileştirilmesidir. Friedrich Schlegel bir Athenaeum parçacığında şöyle der: “Tarihin öznesi, pratik olarak gerekli olanların gerçekleşmesidir.”3 Romantikler de tıpkı Heidegger gibi, zamanı ne özneye ne de nesneye içkin değil, onların koşulu olarak görürler. Zaman temsili olarak mevcuttur. Novalis, zamanın en güvenilir tarihçi olduğunu düşünür. Friedrich Schlegel’e göre ise tarih, olagelme içindeki felsefedir yani bir anlamda tarih tıpkı romantik poetika gibi hep oluş hâlindedir ve hiç tamamlanmayacaktır.
Novalis ve Friedrich Schlegel şimdiki zamanı, geçmişle gelecek arasında bir kavşak olarak görürler. Hatta şimdiki zaman, geçmiş zaman ile gelecek zamanın bir temsilidir. Romantikler zamanı alegorikleştirirler. Romantiklere göre tarih bir alegoridir. Tarih; ideal, imgesel ve dolayısıyla şimdi de var olmayan bir ötekiyle ilişki kurma zeminidir. Tarihsel deneyim tamı tamına budur. Romantik tarih, alegorik bir zaman anlayışıdır.
Romantik yorumbilgisine göre kendini anlama, ötekini anlamayı içerir. Friedrich Schlegel’e göre, kendini bilmek ile tarihi bilmek aynı şeydir. Novalis’e göre de ötekini anlamak kendini anlamak için bir koşuldur.
5.2. Yorumbilgisinin Kökeni
Yorumbilgisi (hermeneutik) sözcüğü Yunan mitolojisinde tanrıların habercisi sayılan ve onların türlü yorumlara açık olan sözlerini insanlara taşıyan Hermes'ten türetilmiştir. Hermes
aynı zamanda dil ve konuşmayı da yaratan tanrıdır. Buna ilişkin olarak Platon'un diyaloglarında Sokrates sözcüklerin ikilemine dikkat çekmiştir. Sözcükler hem bir anlam açığa vurdukları hem de onu gizledikleri için çok güçlü bir gösterge (sign) sayılmış ve Hermes'ın oğlu Pan'a benzetilmiştir. Pan, üst kısmı tanrısal ve mükemmel, alt kısmı ise keçiye benzeyen bir varlıktır. Pan gibi dil de hem doğruları hem de yanlışları içerir. Hermes dil içindeki bu ikilemi ve belirsizlik durumunu çözümlemiş bir tanrı değildir. Bu yüzden de onun taşıdığı tanrı sözlerinin anlamı her zaman değişebilen yorumlara açıktır. Bir anlamda Hermes'in yaptığı bir tür "çeviri"dir. Buradaki çevirme ediminin Yunanlılar için kuşkusuz kimileyin "açıklama", "açık kılma", "açımlama", "yorumlama" gibi anlamlar taşıdığı da oluyordu. Bununla birlikte yorumbilgisi (hermeneutik) sözcüğü, Tanrı(lar) Sözü'nün daha iyi ve tanrı(lar) tarafından söylenildiği biçimiyle anlaşılmasını sağlama gibi nihai bir amacı imlediğinden, sözcüğün farklı anlamlarda kullanılması gerçekte çevirme ediminin farklı kiplerinden başka bir şey olmayan bir yan yanalık ve bir aradalık içinde duruyordu.
Çağımızda yorumbilgisinin en önemli temsilcisi olan Gadamer de yorumbilgisini benzer bir şekilde anlamaktadır. Ona göre yorumbilgisi, hermeneunien sanatı yani bildirme, haber verme, çeviri yapma, açıklama ve açımlama sanatıdır. Tanrıların habercisi/mesajcısı/elçisi Hermes, tanrıların mesajlarını ölümlülere iletir. Ne var ki onun bildikleri hiç de tanrıların mesajlarının dümdüz bir aktarımı değildir; tanrısal buyrukların birer açıklamasıdır. Öyle ki Hermes bunları ölümlülerin diline, onların anlayabilecekleri şekilde çevirir. Yorumbilgisi etkinliği daima bir başka "dünya"ya ait bir anlam bağlamını o an içinde yaşanılan dünyaya aktarma/çevirme etkinliği olmuştur. Bu, "düşüncenin ifade edilmesi/bildirilme" olarak “hermeneunia”nın esas anlamı için de geçerlidir.
Habermas'a göre ise yorumbilgisi, hem bir deneyim biçimi hem de dilbilgisel çözümlemedir. Genel ve tikel ilişkisi sorunu, tekil deneyimlerin genel soyut kategorilerle uyum içinde ele alınmasıdır. Yorumbilgisel anlama için sorun tam tersidir. Kişisel yaşam deneyimini tüm genişliği içinde anlar fakat bireysel ego etrafında merkezleşmiş birtakım niyetleri, dilin genel kategorileriyle uyumlu hâle getirir.
En genel olarak bakıldığında yorumbilgisel kuram veya yöntemsel yorumbilgisi, pozitivist yöntem gibi "nesnel olgular"la uğraşmaz. O, araştırmacının ulaştığı anlamların kaçınılmaz biçimde içinde yaşamakta olduğu tarihsel-toplumsal yapıyla sıkı bağlantıları olduğuna inanır. Olgu ile değerin, ayrıntı ile bağlamın, gözlem ile kuramın birbirinden ayrılamazlığınıvurgular. Nicelikselleştirmeyi, kontrollü deneyi önemli görmez. İncelediği görüngülerin ayır edici niteliklerini göstermek için sözüm ona tarafsız, nesnel bir söz dağarcığı arayışında değildir. Bunun yerine niteliksel betimlemeyi, analojik anlayışı ve öyküsel açıklama biçimlerini kullanır.
Pozitivist sosyal bilim ile Geistwissenschaften arasındaki tartışma on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden beri süregelmektedir. Bugün artık yeni bir bin yılın eşiğindeyiz ve artık pozitivist sosyal bilimin kuramsal olarak yıpranmışlığından söz edebiliriz. Ancak yapılan çalışmalara bir göz atıldığında, aslında fazla bir şeyin değişmediği görülebilir. Sanırım, bunu ardındaki temel neden, pozitivizm ile onu eleştirenler arasındaki mücadelenin eşit bir ortamda gerçekleşmemiş olmasıdır. Bu tartışma her zaman bir yöntem tartışması, epistemoloji ağırlıklı bir tartışma olagelmiştir. Hatta Alman düşüncesi içinde bu tartışmanın adı Methodenstreit’dır yani yöntem tartışmasıdır. Aslında pozitivizmi eleştirenlerin yaptıkları en büyük hata da budur. Bu bir bakıma, maçı sürekli rakip sahada oynamak gibi bir şeydir. Çünkü yöntem, tanımsal olarak evrensellik iddiasını çağrıştırır. Tekil yöntem yoktur. Eğer varsa bile o artık yöntem değildir. Benim iddiam şudur: pozitivizmi eleştirenlerin önemli bir bölümü de evrensel bilgi ya da yöntemin göz kamaştıran ışığından pozitivistler kadar etkilenmişlerdir.
Bu tartışmaya en radikal müdahaleyi yapan düşünür Gadamer’dir. Hocası Heidegger’in izinden giderek rakiplerini epistemolojiden ontolojiye davet etmiştir. Hakikat ve Yöntem adlı yapıtında, oldukça ikna edici bir biçimde, hakikat ve yöntem arasında zorunlu bir bağ olmadığını göstermiştir. Yöntem hakikat için zorunlu koşul değildir. Gadamer’den sonra pozitivistlerin işi çok daha zordur. Ancak bence Gadamer’den çok daha önce Schleiermacher romantik bir şekilde de olsa yöntemi ve epistemolojinin tiranlığını reddetmiştir.
Bugün, yorumbilgisi denince ilk akla gelen düşünürler olan Dilthey ve Gadamer, her ne kadar ona karşı eleştirel bir konuma sahip olsalar da modern yorumbilgisini romantizm ile başlatırlar. Romantizm ile yorumbilgisinin çakıştığı noktayı da özellikle Schleiermacher temsil eder. O, anlamayı bir felsefi sorun hâline getiren belki de ilk düşünürdür. Elbette, Schleiermacher’den önce de yorumbilgisi vardır. Ancak bunlar onun deyimiyle özel yorumbilgileridir. Örneğin, kutsal metinlerin yorumlanması olarak yorumbilgisi teoloji içinde varlığını hep korumuştur. Aynı şekilde, yorumbilgisi hukuk alanında da kullanılmıştır. Yorumbilgisi ancak Schleiermacher ile birlikte kendi özerkliğini kazanmış ve başlı başına bir alan hâline gelmiştir.Kurt Mueller-Vollmer’in de daha önce belirttiği gibi “Schleiermacher, yorumbilgisini bir vakum içinde ortaya koymamıştır.”4 Onu kolaylıkla romantik düşüncenin bir parçası olarak değerlendirebiliriz. Fichte ve Schelling gibi filozofların, Friedrich ve August Wilhelm Schlegel gibi eleştirmenlerin, Novalis gibi şairlerin genelde yorumbilgisi üzerinde ve özelde de Schleiermacher üzerindeki etkisi göz ardı edilemez. Aslında onu bir romantik düşünür olarak adlandırmak için, yorumbilgisel yaklaşımı üzerinde ayrıntılı bir incelemeye bile gerek yoktur. Schleiermacher felsefeyi, romantik bir şekilde anlamaktadır. Onun için diyalektik “felsefe yapma sanatıdır.”5 Dialectic adlı yapıtında felsefeyi şöyle tanımlar:
“Felsefe yapmak, yaptığı işin farkında olarak bilgi üretmektir. Bu da sanatın alanına girer ve ortaya çıkan ürün de bir sanat yapıtıdır. Bu yapıt, kendinde genel olanı temsil eden ve sonsuz olanı barındıran bir tekildir.”6
Schleiermacher’in üslubu da romantiktir. Onun metinleri oldukça yaratıcı bir okuma talep eder. Metinleri genellikle bir bütünlük değil, aksine çok parçalılık gösterir. Bu açıdan onlar Novalis ya da Schlegel kardeşlerin parçacıklarına benzerler. Bilindiği gibi parçacık romantik yazının en önemli biçemidir.
5.3. Schleiermacher’in Yorumbilgisi
Schleiermacher yorumbilgisini yöntem olarak değil, sanat olarak önerir. “Yöntem” evrenselliği, “sanat” ise tekilliği çağrıştırır. Onun konumunun en belirleyici yönü de burasıdır. Hiçbir epistemolojik ilgisi yoktur. Bu nokta bir açıdan Schleiermacher ile Dilthey arasındaki farkı da gösterir. Dilthey’ın yorumbilgisi geleneğine Schleiermacher’den çok daha önemli katkılar yaptığı bir gerçektir. Ancak Dilthey, pozitivizm ile olan mücadelesinde Geistwissenshaften’a epistemolojik bir temel arayışından hiç vazgeçmemiştir. Yani bir bakıma yorumbilgisini, pozitivizme alternatif bir yöntem olarak önermiştir. Fakat Schleiermacher, yorumbilgisini “anlama sanatı” olarak tanımlar. Ona göre, “genel yorumbilgisine bilimler arasında bir yer bulmak oldukça zordur.”7 Anlama sanatı ya da
yorumlama sonsuz bir ödevdir. Ona göre anlama peşinde olan bir sanatçıdır, yöntemci değildir. Dolayısıyla Gadamer, “Schleiermacher, yorumbilgisini bir teknik, ama sistematik bir teknik olarak anlar”8 derken ona biraz haksızlık etmektedir. Schleiermacher, sanat (Kunst) kavramını oldukça geniş bir anlamda kullanır. Sözcüğün anlamı Antik anlamda techne’den bugün kullandığımız anlamda sanata kadar genişler. Andrew Bowie’nin vurguladığı gibi, Schleiermacher için “sanat kurallara indirgenemeyendir.”9
Schleiermacher’in yorumbilgisinin tek genelleştirilmiş yönü dilbilgisel yorum ile psikolojik yorum arasında yaptığı ayrımdır. Son kertede; birincisi dile, ikincisi de yaratıcı özneye indirgenebilir. Bir anlamda, bu iki farklı yorum, her söylem ya da metnin hem dile hem de özneye ait olmasından kaynaklanır. Ona göre, her iki yorumbilgisel ödev de eşit konumdadır. Herhangi birini diğerine göre öne çıkarmak yanlıştır. Schleiermacher’in yorumbilgisine katkısı bu iki yorumu birbirinden ayırt etmesinden çok anlamayı bu ikisini birlikte kullanabilme sanatı olarak tanımlamasıdır. Yani dilbilgisel yorum ile psikolojik yorum arasında anlama ulaşılması yolunda bir iş bölümü söz konusudur.
Bu noktada anlayan özne ile anlama nesnesini tanımlamak gerekli olabilir. Yorumlayıcı kimdir? Metin ya da söylem nedir? Schleiermacher’e göre, yorumun dilbilgisel boyutunu tamamlamak için dilin bütünsel bilgisine sahip olmak gerekir. Yorumun psikolojik boyutunu tamamlamak için ise kişinin bilgisine sahip olmak gerekir. Her iki durumda da mutlak bilgi mümkün olmadığı için, her iki yorum arasında sürekli olarak gidip gelmek gerekir. Ancak bunu nasıl olacağı konusunda kesin kurallar yoktur. Zaten yorum sanatının başarısı da yorumcunun bu konudaki yeteneğine bağlıdır.10
Schleiermacher, yorumlanacak metnin nesnelliği ölçüsünde psikolojik yorumlamaya gereksinim kalmayacağını düşünür. Bu tür metinleri anlamada ağırlıklı olarak dilbilgisel yorum kullanılır. Ancak metin öznelleştikçe psikolojik yorumun ağırlığı artar ve dilbilgisel yorumun ağırlığı azalır.11Dolayısıyla yorumlama sürecini tanımlayacak genel kurallar söz konusu değildir. Bu biraz da yorumcunun kimliğine ve metnin ya da söylemin neliğine bağlıdır. Yorumcu her tekil metin ya da söylem için kavramsal araç parkını kendisi belirlemek durumundadır. Bir metni ya da söylemi anlamak için çok yararlı olan bir reçete başka bir metni ya da söylemi anlamak için geçerli olmayabilir. Her bir anlama nesnesi için mevcut araçlar yeniden düzenlenmelidir. Bazı durumlarda psikolojik anlama daha geçerli iken, bazı durumlarda tam tersidir. Yorumcuyu sanatçı kılan da kavramsal çerçeveyi her tekil örnek için yeniden üretmek zorunda olmasıdır.
Schleiermacher anlamayı ancak döngüsel bir şekilde mümkün görür. Onun, yorumbilgisel döngü dediği şey, her parçanın içinde bulunduğu bütünle bütünün de kendisini oluşturan parçalarla ilişkili bir şekilde anlaşılabileceğini ifade eder. Schleiermacher’in yorumbilgisel döngüsü, aynı zamanda, dilbilgisel yorum ile psikolojik yorum arasındaki dengeyi de kurar. Anlama bu iki uğrağın bir füzyonudur.
Schleiermacher’e göre, dilbilgisel yorumun iki boyutu vardır. Birinci boyut, dili eşzamanlı olarak paylaşılmış bir kurallar ağı, bir yapı olarak ele alır. İkinci boyut ise tekil sözcüğün üzerine odaklanır ve onun olası anlamlarının bağlamla ilişkisini araştırır. Psikolojik yorum ise metnin öznelliği üzerinde durur. Bu noktada kaçınılmaz olarak üslup öne çıkar. Bir anlamda, dilbilgisel yorum dili vurgular ve özneyi geri plana iterken, psikolojik yorum özneyi öne çıkarır ve dili arka plana iter. Dolayısıyla Schleiermacher, yapı ile özne arasında kararsız kalır ya da her ikisini de aynı önemle vurgular. Bu nedenle onun yorumbilgisi hem yapısalcılığı hemde post-yapısalcılığı çağrıştırır. Dilbilgisel yorumda, özne neredeyse kaybolur ve boşluğu dil (yapı) doldurur. Psikolojik anlama ise tıpkı postyapısalcılığın yaptığı gibi, Saussure’ün göstergesini çözer ve ortalık öznellikle dolar.
Schleiermacher’in yapıtlarında, birbirinden ayırt ettiği yorumlama biçimlerinden birini diğerinden daha fazla önemsediğine dair ikna edici bir kanıt yoktur. Tam tersine o her ikisini oldukça dengeli bir şekilde ortaya koyar. Onun yorumbilgisi ne psikolojik anlama ile desteklenmiş bir dilbilgisel anlamadır ne de dilbilgisel anlama ile desteklenmiş bir psikolojik anlamadır. Tersine anlama, ona göre bu ikisi arasında sürekli bir gidip gelme sürecidir. “Her ikisi de bir sanattır. Çünkü her ikisi de sonsuz ve tanımsız olandan sonlu ve tanımlıyı çıkarırlar.”12 Burada önemli olan hangi durumda hangisinin hangisine yol vermesi gerektiğinihissetmektir. Bunun kuralları da mevcut değildir. Dolayısıyla yorumcu tıpkı bir sanatçı gibi kararlarını hissederek de vermek zorundadır. Schleiermacher’in yorumbilgisinin romantikliği psikolojik anlamayı daha fazla önemsemesinden kaynaklanmaz. Yorumcunun ağırlıklı olarak dilbilgisel anlamayı kullandığı durumlarda bile Schleiermacher’in yorumbilgisi romantiktir çünkü son söz her zaman özneye bırakılmıştır. Friedrich Schlegel’in şöyle bir sözü vardır: “Bir insanın diğerini anlaması felsefi olarak imkânsız değilse, mucizevîdir.”13 Schleiermacher’in romantik yorumbilgisi mucizenin peşindedir. Onun yorumbilgisi estetik kurama çok yakındır. Onun yorumbilgisi “bilim” ya da “yöntem” değildir. Onu romantik kılan zaten bunları reddetmesidir.
Schleiermacher’in yorumbilgisinin bir diğer boyutu da “yazarı, onun kendisini anladığından daha iyi anlama” yaklaşımıdır. Aslında bu düşünce Alman felsefesinde ondan önce Kant ve Fichte’de görülür. Schleiermacher için bu yaklaşım, belki öyle görünse de bir nesnellik arayışı olarak ortaya çıkmaz. Yani yazarı, onu kendisini anladığından daha iyi anlama çabası, öznelliği nötralize etmek için öne sürülmemiştir. Schleiermacher’in bu tavrını, bugün çok güncel olan bir tartışmayla ilişkili olarak düşünmek gerekir. Çağdaş yorumbilgisinin en önemli sorunlarından biri anlamın mekânı sorunudur. Anlam nerede oluşur? Bir metnin anlamı kendi içinde mi bulunur? Yoksa anlam toplumdan mı dolayımlanır? Anlamın yaratıcıcsı yazar mıdır? Okuyucunun anlamın oluşmasındaki rolü nedir? Bütün bu sorular günümüz yorumbilgisinin temel sorularıdır. Schleiermacher’in bu yaklaşımı sanki metnin anlamı ile yazarın ona yüklemek istediği anlam arasında bir ayrımı ima eder ve bu açıdan Gadamer’i önceler.
Schleiermacher’e göre, yorumbilgisel açıdan önemli olan sadece verili bir söylemin ya da metnin anlamının anlaşılması değildir. Buna ek olarak aynı zamanda, söylemin ya da metnin oluşunun, doğuşunun hatta onların ilişkide oldukları her şeyle ilişkileri içinde anlaşılması gerekir. Bu nokta ise Schleiermacher’in romantik yorumbilgisinin Heidegger’in ontolojik yorumbilgisine ve onun üzerinden de Gadamer’in yorumbilgisine açıldığı noktadır. Bir anlamda Gadamer’in “yorumbilgisinin evrenselliği” iddiası Schleiermacher’in romantik yorumbilgisinde bile içkindir. Çünkü bu açıdan bakıldığında yorumbilgisi, teoloji, dilbilim ve hukuk alanlarında kullanılan bir “yöntem” olmanın ötesine geçer; kendi özgürlüğünü ilan eder ve bu disiplinlerin üzerinde bir konum kazanır.
Çağdaş Schleiermacher yorumlarının değerlendirilmesi açısından gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta vardır. Dilthey hatta bir ölçüde Gadamer’in Schleiermacher hakkındaki yorumları, onun yorumbilgisi ve dil üzerine yazdıklarının sadece bir bölümüne dayanmaktadır. Schleiermacher’in özellikle erken dönem yazıları, geç dönem yazılarından çok daha sonra gün ışığına çıkmıştır. Burada vurgulanmaya çalışılan, felsefi yazında çok moda olan, bir genç ve olgun Schleiermacher ayrımı değildir. Ancak gözden uzak tutulmaması gereken nokta, Schleiermacher’in 1809-1810’larda yazdıkları ile 1829’dan sonra yazdıkları arasında, psikolojik ve dilbilgisel yorumun değerlendirilmesi açısından bir vurgu farkının olduğudur. Schleiermacher erken dönem yapıtlarında dilbilgisel anlama üzerinde daha fazla durmuş, 1829’dan sonra ise daha çok psikolojik anlama ile ilgilenmiştir. Dilthey ile Gadamer’in Schleiermacher yorumları büyük ölçüde onun geç dönemde yazdıklarına dayandığı için, onlar Schleiermacher’in psikolojik yorumu öne çıkardığını düşünmüşler ve onu özellikle bu noktadan eleştirmişlerdir. Oysaki Schleiermacher daha önce vurgulandığı gibi, hiçbir zaman bu iki anlama boyutundan birini diğerine tercih etmemiştir. Onun açısından geçerli olan sadece ilk önce dilbilgisel yorum ve daha sonra psikolojik yorum üzerine yoğunlaşmış olmasıdır.
Schleiermacher dili, organik bir işlev olarak görür. Dil; organik varlığın, kendi dışındaki dünya ile ilişkisini ve dolayısıyla onun hayatta kalmasını sağlayan çerçevenin bir parçasıdır. Ancak bu, tamamen araçsal ve işlevsel bir biçimde, simgesel olan her şeyden arındırılmış olarak anlaşılması gerektiğini göstermez. Dil, gerçekten de genel olanın bir parçasıdır. Ancak o, aynı zamanda her tekil öznenin yaşantıladığı bir şeydir. Schleiermacher şöyle der:
“Dil bireyselleşmek zorundadır. Aksi hâlde o yalnızca yeti olarak düşünülebilir fakat gerçekten varolamaz... Bireyselleşmede dil, ilkin organizasyonun en yüksek ürünü olarak, genelde, organizasyonun büyük evrensel koşullarına bağlıdır.”14
Dil, sadece bir ifade aracı da değildir. Duygu ve düşüncelerin ifadesi olmak, dili tam anlamıyla niteleyemez. Bu dolayımın gerçekleşmesi biçimsel bir çerçeveye sahip olmak zorundadır ve her türlü biçimselleştirme içeriği deforme eder. İnsanın düşündükleri vehissettikleri ile bunların ifadesi arasındaki özdeşsizlik aslında işin doğasıdır. Başka türlü olması beklenemez. Ancak aynı zamanda, biçimselleştirme bir eğilim olarak şematizm içerir. Dili herkesin mülkü kılan şey de zaten bu şematik boyuttur. Dolayısıyla dil özel ile genelin birlikte olduğu bir mekândır. Schleiermacher: “hiç kimse sözcükler olmadan düşünemez”15 der. Sözcükler hem sahipsizdir hem de herkese aittir. Sözcük, öznenin dil üzerinden ötekilerle ilişkisini sağlar. Bu, her öznenin dil ve diğer öznelerle ilişkisi açısından geçerlidir. Dil hem özneleri aşan bir şeydir hem de öznelerce var edilir. Schleiermacher’in dil anlayışı sanki tarihselcilik ile yapısalcılığı birlikte içerir.
Diğer romantiklerin sanat, şiir ya da tarih için söyledikleri bir özellik, Schleiermacher için dil sanki dile uygulanmıştır. Dil; olmuş, tamamlanmış bir şey değildir. O, tamamlanmamış ve hiçbir zaman tamamlanmayacak bir şeydir. Sürekli oluş hâlinde olma özelliği romantiklerin vazgeçemediği bir özelliktir. Bu bir bakıma, mevcut olanla yetinmeme ve daha iyisine yönelik bir umudu sürekli korumayı içerir. Yarının daha iyi olacağı umudunun temel koşulu, bugünün kötü oluşudur. Bugün gerçekten iyi olsaydı, yarının daha iyi olacağına yönelik bir umut gereksiz olurdu. Dolayısıyla umut, sanıldığının aksine iyimserliğin değil, kötümserliğin bir türevidir.
Schleiermacher’e göre, dil ile düşünce arasında kolayca bir hiyerarşi kurulamaz. Dil, düşünceye göre doğrudan bir türev alan değildir. Duygu ve düşünceler, dilsel ögeleri etkilediği gibi, dilsel ögeler de duygu ve düşünceleri etkiler. Dilin gelişmesi düşüncenin gelişmesinin bir türevi olduğu kadar, düşüncenin gelişmesi de dilin gelişmesinin bir türevidir. Düşünce dünyasının gelişmesi -bir anlamda- sözcükler arasında daha zengin bağlantılar kurabilmenin bir sonucudur. Dil ile düşünce arasındaki bu yakınlık hatta birlik, ortak dilbilgisini de mümkün kılar. Dilin öğeleri içeriksel ve biçimseldir. İçerik için sözlüğe, biçim için dilbilgisine yönelmek gerekir. Biçimsel öğeler, hem cümleyi mümkün kılar hem de cümleleri birbirine bağlar. Dolayısıyla dilbilgisi sadece cümleyi anlamak için değil, metin bütününü anlamak için gereklidir. Schleiermacher için, sözün anlamına ulaşmak için hem biçimsel hem de içeriksel öğelere gereksinim vardır. Bu öğelerden biri diğerinden daha önemli değildir.16
Dolayısıyla Schleiermacher’den toplumsal bilimcilerin öğreneceği çok şey vardır, özellikle de toplumsal bilimlerde yöntemin iktidarına karşı mücadele ederken. Yöntem her şey değildir; o sadece işe yarar. “Toplumsal”ın bilgisi onu şeyleştirmemelidir. Belki de “toplumsal” ile olan ilişkimizi yeniden gözden geçirmek durumundayız. Bu ilişkiyi biraz estetize ve romantize etmeye ne dersiniz? Doğa bilimleri kadar sanat da toplumsal bilimlere model olamaz mı? Belki de majörler peşindeki “toplumsal”ın bilimi yanında, minörleri anlama çabasındaki “toplumsal”ın yorumbilgisi de ihtiyacımız vardır. Novalis, Geceye Övgüler’de şöyle sorar: “Sabah, hep gelmek zorunda mı? Hiç sonu yok mudur yeryüzü yasalarının?”17. Toplumun yasası olmaz. Toplumun ne olduğu, onu oluşturanların iradesinin dışında nesnel bir varlığa sahip değildir. Dolayısıyla toplumun ne olduğu sorusu, toplumun ne olması gerektiği sorusundan bağımsız bir biçimde tartışılamaz. Bu da bizi belki hep kaçmaya çalıştığımız öznelliklere doğru sürükler. Toplumsal bilimlerin malzemesi budur. Yapılması gereken bu gerçekle yaşamayı öğrenmektir.

Cevapla
.

Anahtar Kelimeler

Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF ,Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF Öğretmen Forumu,Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF yükle,Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF download,Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF indirmek istiyorum,Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF ödev yükle,Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF bedava, Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF ÖDEV İNDİR,Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF YÜKLE,etkinlik,yukle,İndir,download,inndir,Sosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDF eğitimSosyal bilimler felsefesi 5.hafta PDFdosya indir


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
  [ayır] Sosyal bilimler felsefesi Sosyocan 0 2,219 29-12-2015, 17:41
Son Yorum: Sosyocan
  Sosyal bılımler felsefesı 7.hafta PDF SOSYOPAT 0 3,191 28-01-2015, 14:03
Son Yorum: SOSYOPAT
  Sosyal bilimler felsefesi 6.hafta PDF SOSYOPAT 0 3,750 28-01-2015, 13:37
Son Yorum: SOSYOPAT
  Sosyal bilimler felsefesi 4.hafta PDF SOSYOPAT 0 2,953 28-01-2015, 11:38
Son Yorum: SOSYOPAT
  Sosyal bilimler felsefesi 3.hafta PDF SOSYOPAT 0 3,911 28-01-2015, 11:10
Son Yorum: SOSYOPAT



Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi
Türkçe Çeviri : MyBBTürkiye, MyBB, © 2002-2023 MyBB Group.
MyBB Destek: InSiDe